HOŞGELDİNİZ
Sitemize hoşgeldiniz. Umarım sitemizi beğenirsiniz.
5 Nisan 2011 Salı
OSMAN GAZI VE BEYLIK
Kaynaklarin, sâlih, dindar, kahraman, cesur ve merhametli bir kimse olarak tanittigi Osman Gazi, üç günde bir yemek pisirtip fakirleri doyurmak, çiplaklari giydirip donatmak, dul ve yetimleri gözetip korumak gibi iyi hasletlere sahip bir kimse idi. Hak ve adalete saygili, üstün yeteneklere sahip bir hükümdar olan Osman Gazi, ününü kilicindan ziyade adalet severligi ile saglamisti. Feth ettigi yerlerde ser'î hükümlere göre hareket eder, tebeasi arasinda irk, din ve milliyet farki gözetmezdi. Güçlü bir komutan oldugu kadar sabirli ve olgun bir idareci idi. Yaninda çalisanlar, kendisine karsi büyük saygi gösterirlerdi. En zorba kimseler bile onun huzurunda saygi ile hareket ederlerdi. O, kuvvet ve zenginlikten ziyade adalete daha çok önem veren, güçlü bir irade ve hosgörüye sahip bir hükümdardi.
Osman, Ertugrul Bey'in, Gündüz Alp ve San Yatu (Savci Bey)'den sonra Sögüt'te dünyaya gelen küçük ogludur. Ibn Kemâl, onun dogum tarihini Hicrî 652 (M. 1254) senesi olarak göstermekte ise de genellikle onun 656 (1258) senesinde dogdugu belirtilir. Bununla beraber bu tarihin 650 (1252) veya 657 (1259) oldugunu söyleyenler de bulunmaktadir. Sögüt'te dünyaya gelen Osman, Ertugrul Bey'in küçük oglu idi. Ertugrul Bey, 93 yasinda vefat edince, onun idaresi altinda bulunan asiretler, gerek kabiliyet, gerekse hareketliligi sebebiyle Osman'in, babasinin yerine basa geçmesini istiyorlardi. Gerçi Osman, babasinin son dönemlerinde ona vekâlet etmek suretiyle yönetimle ilgili konularda kardeslerinden farkli bir hüviyete sahip oldugunu ortaya koymustu. Kardesleri bakimindan pek büyük bir sikintisi olmayan Osman, amcasi Dündar Bey'le ugrasacaga benziyordu. Zira Ertugrul Bey'in kardesi Dündar Bey de birlige reis olmak istiyordu. Bu yüzden Osman'la amcasi arasinda ihtilaf (anlasmazlik) meydana geldi. Zira, Kayi asiretinden baska bazi asiretler de Dündar Bey'in basa geçmesini istiyorlardi. Bununla beraber Osman'in reisligini isteyen taraf daha etkili görünüyordu. Bunun için Dündar Bey, reislik arzusundan vazgeçerek Osman'in asiret reisi olmasini kabul etmek zorunda kaldi.
Gerçekten, Osman Bey, Ertugrul Gazi'nin vefatindan sonra cesaret, mertlik ve ahlâkî meziyetleri sebebiyle asiret, kavim ve kabileye bas olacak bir vasifta görülmüstü. Amcasi Dündar Bey de dahil oldugu halde herkes ona itaat ve bagliligini bildirdi. Baslangiçta o, babasinin komsu Rum tekfurlari ile iyi geçinme siyasetine devam etti. Asiretin basina geçtigi zaman yirmi üç yasinda bir genç olmasina ragmen, siyaseti iyi bilen, halim selim bir kimse olmakla birlikte, gerçekleri savunma konusunda korkusuz ve cesurdu. O, tam bir cihad eri idi. Bu sebeple Osman Bey, kisa zamanda etrafinin yigitlerden meydana gelen bir hâle ile çevrelendigini gördü. Bu hâlenin içinde Konur Alp, Turgut Alp, Abdurrahman Gazi, Akça Koca, Gündüz Alp, Karamürsel, Saltuk Alp, Samsa Çavus gibi isimler vardi. Büyük bir kismi garip ve vatanlarim birakip gelmis olan bu insanlarin, Osman Bey etrafinda toplanmalari, devletin güçlenmesine sebep olmustu. Osman Bey, bunlarin tabiî bir lideri durumuna geldi. Bundan baska, Osman Bey'in, Uc'lardaki Türkmenler arasinda büyük bir nüfuza sahip olan Seyh Edebali ile yakinlik ve akrabalik tesis etmesi, basta ahiler arasinda olmak üzere Uc'lardaki diger topluluklarin kendisine baglanmasina sebep oldu. Böylece Osman Gazi, kendisini hem etrafindaki asiret reislerine sevdirmis, hem de onlarin kendisine bagladigi umutlari bosa çikarmamisti. Gerçekten de o, çevresindeki Türkmen komsulari ile mümkün mertebe çatismaya girmemek için gayret sarf ediyordu.
Ertugrul Bey'in üç oglu arasinda Osman Bey'e düsen taht, kardeslerini birer saltanat rakibi olarak degil, yeni devletin kurulup gelismesinde müsterek bir gayretle el ele verdiren ve saltanat ihtirasi yerine, feragat, fedakârlik ve basirete götüren bir metod takip etmelerinin sebebi nedir? Ileride tafsilatli bir sekilde anlatilinca görülecegi gibi, Osman Gazi de kendisine yurt ve istiklâl veren Selçuklu sultanina karsi ayni hassasiyeti göstermis, o, hayatta bulundugu müddetçe istiklâlini ilân etmemisti. Böylece o, edep ve irfani, sahsî ve nazarî kaliplar halinde birakmayip devlet bünyesinde de ifadesini bulan bir anlayis olarak cemiyete mal olmustu.
OSMAN BEY VE AHILIK
Abbasî halifesi en-Nâsir li-Dinillah (575-622/1180-1225) rehberliginde kuruldugu kabul edilen ahilik, kisa zamanda Islâm ülkelerinde tesirini göstermeye basladi. Son derece düzenli ve disiplinli olarak çalisan bu teskilât, miladî X. asirda genellikle ilk Müslüman Türk devleti kabul edilen Karahanlilar vasitasiyla Türk dünyasinda da boy göstermeye basladi. XI. asrin ikinci yansindan (1071Malazgirt) sonra, kapilarini Müslüman Türklere açmis bulunan Anadolu'ya, dogudan birçok göçler olmustu. Daha önce de Anadolu'nun Urfa'dan (Sanliurfa) baslayarak Adana'ya kadar giden sinirlarindan, zaman zaman giren Abbasî ordulari, Nigde, Nevsehir, Kirsehir, Kayseri, Yozgat ve Ankara bölgelerine akinlar yapmislardi. Ordu mensuplarindan bir kismi akinlar sonunda ele geçirilen bu yerlerde bazan da yerlesip kaliyorlardi. Özellikle VIII. yüzyilin ikinci yansindan itibaren Abbasî ordusunun ayrilmaz bir parçasi durumunda olan Türkler de, bu ordu ile Anadolu'nun içlerine kadar gelmislerdi. Türkler, iklim ve jeolojik yapi bakimindan Orta Asya'ya benzeyen Kirsehir yöresini begenerek burayi yerlesim bölgesi olarak seçmislerdi. Bundan sonra normal ve isteyerek devam eden göçleri, XIII. asirdaki Mogol istilasindan kaçma takib etti. Bu istiladan önceki göçlerde daha iyi bir iklime gelme, hayvanlar için daha iyi bir kislak ve yaylak bulma düsüncesi hakimdi. Bu sebepledir ki, Mogol baskinindan önce gelenler, daha ziyade göçebe, asker ve hayvan yetistiricisi idi. 1225 tarihinden sonra gelenlerin ekonomik ve sosyal durumlari, bu ilk gelenlerden daha farkli idi. Zira, korkunç bir katliamdan kurtulmak için gelen bu sonuncular çogunlukla, esnaf, tüccar, zengin ve sanatkârdi. Bu yeni göçmenler, geçimlerini saglayabilmek için, yerli ve müslüman olmayan esnafla rekabete girmek zorunda idiler. Bu rekabetin kuvvetli, tesirli ve kisa zamanda meyvesini verebilmesi için bunlarin birlesip bir teskilât içinde hareket etmeleri gerekiyordu. Bu teskilât, özellikle hayvancilikla ugrasan, baska bir ifade ile atli göçebelerin ihtiyaç duyduklari bir sahaya cevap vermeliydi.
BU DIPNOTUN YERI NERESI
Böyle bir çalisma faaliyetinin içinde bulunuldugu sirada yeni bir Mogol tehlikesi bas gösterdi. Bu tehlikenin merkez üssü Anadolu idi. Daha önce gelip buraya yerlesmis bulunan Müslüman Türkler için büyük bir tehlike olan Mogollara karsi bazi kimselerin farkli sahalarda faaliyette bulundugu görülür. Bunlar: Ahi Evran ismiyle bilinen Seyh Nasirüddin Mahmud (ö. 1262), Baba Ilyas, Haci Bektas ve Mevlânâ Celâleddin Rumî gibi önemli sahsiyetlerdi. Bas gösteren Mogol tehlikesine karsi farkli alanlarda halki irsad etmeye yönelik çalismalardan birisi de esnaf ve sanatkâri bir birlik altinda toplamaya muvaffak olan Ahi Evran tarafindan yapiliyordu. Böylece o, sanat ve ticaret ahlâkini, üretici ve tüketici menfaatlerini güven altina almayi, bu vesile ile kötü politik ve ekonomik atmosfer içinde, onlara yasama ve direnme gücü vermeye çalisiyordu. Bu yüzden ilk defa Kirsehir'de XIII. yüzyilda kurulan ahilik, kisa bir zaman içinde Anadolu'nun hemen her tarafina yayilmis oldu. XIV. asir Islâm dünyasi ile birlikte Türklük âlemini canli levhalar halinde gözlerimizin önüne seren Ibn Batûta (1304-1369), Anadoludaki seyahatlerinde, kaldigi birçok ahi zaviye ve tekkesinden bahsetmekle kalmaz, onlar hakkinda genis ve doyurucu bilgiler de verir.
Anadolu'daki ekonomik ve sosyal hayatin düzenlenmesinde XIII. yüzyildan itibaren büyük bir rol oynadigini gördügümüz Ahilik, sanatkâr ve esnaf zümreleri arasinda yayilmis, sosyoekonomik özelligi agir basan bir teskilat olarak görünmektedir. Anadolu'nun sosyal ve ekonomik yapisina Müslüman Türk sanatkâr ve esnafinin is ahlâki, insan terbiye ve egitimi, fazilet sahibi olma, sosyal yardimlasma ve dayanismada örnek olma gibi hususlarda etkili olan bu teskilat hakkinda bir hayli bilgiye sahip bulunuyoruz.
Osmanli Devleti'nin kurulus hamurunda mayasi bulunan ahiligin oynadigi rol, küçümsenemeyecek kadar büyüktür. Gerçekten de Osman Bey'in faaliyetleri esnasinda Anadolu'da ahilik, büyük bir güç olarak faaliyetlerine devam ediyordu. Osman Bey, ahi reislerinden olan ve Eskisehir civarinda Itburnu denilen mevkide tekkesi bulunan Seyh Edebali'nin kizi ile evlenmekle ahilerin nüfuzundan yararlanabilmistir. Seyh Edebali, o havalinin en itibarli ve sözü dinlenen, kendisine hürmet edilen bir sahsiyeti idi. Sam taraflarinda tahsilini ikmal etmis, zengin, tekke ve zaviye sahibi bir kimse idi. Herkese yardim eden bir kimse olmakla birlikte fakir ve dervis görünümlü olmayi tercih eden bu zatin damadi olmakla Osman Bey, ahilerin gücünden istifade etmisti. Nitekim Seyh Mahmud Gazi, Ahi Semseddin ve oglu Ahi Hasan ile sonradan Osmanlilarda kadi, kadiasker ve vezir olan çandarli (Cendereli) Kara Halil de ahilerden olup bunlarin tamami Osmanli Beyliginin kurulmasinda ve büyümesinde hizmet etmislerdi.
Gerçekten, bu dönemde Anadolu'nun sosyal bünyesine hakim olan ulema, dervis, sanatkâr ve kahramanlar kadrosunu bir arada düsünmemiz gerekir. Mücahede sevkini ve Islâm birligi susuzlugunu en ileri ve yüksek voltaja ayarlamasini bilen bu iman adamlarinin, Selçuklulara müvazi bir mukadderat çizgisi üstünde yürüyecek olan Osmanli Beyligi'nin kurulusu hadisesine fiilen katilmis olmalari, devletin ve Islâm ümmetinin bir talihi olmustur. Öyle ki bir tarafta olgun, sözü dinlenir ve seviyeli bir seriat ulemasi ile beraber yürüyen, Sünnî ve muhtesem bir tasavvuf anlayisinin dogurdugu teskilât; öbür tarafta Âsik Pasazâde'nin, Gaziyan-i Rûm, Abdalan-i Rûm, Ahiyan-i Rûm, Bâciyan-i Rûm dedigi organize ve hamasîdinî teskilât. Biraz önce de belirtildigi gibi gerek Osman Bey, gerekse onu takib eden ilk hükümdar ve sehzâdeler ile idare ve devlet adamlari, tasavvuf müessesesinin veya yine bu teskilatin müsterek esaslarina sahip ahiligin gaye, terbiye ve disiplinine göre yetismis, cesur, dinamik, mert ve iç âlemleri kontrollü kimselerdi. Bu sebeple yeni devlet, muhtesem oldugu kadar âdil ve müsavatçi bir idare tezgahina, renk, sekil ve ahenk yetistiren bir iç ve dis kuvvetler dengesini dünyaya hediye etmeye hazirlaniyordu.
Hem akil hem de imanla desteklenen yeni devlet, adeta tabiatin himayesine kabul edilerek daha ilk yillarda mücahid ve yekpare çehresini kazanmisti. Su da var ki, Osman Bey'in etrafini çevreleyen ilim ve hikmet kadrosu, yalniz yasadiklari devrin irfan, iman, ahlâk, idare ve hukuk haritasini çizmiyorlardi. Onlarin hizmet ve hedefleri, bir hanedan veya bir zümre ile belirli bir zamana has degildi. Bir medeniyet ve ideolojiyi devirler ölçüsünde gerçeklestirmek için genç padisahin sahsinda gelecek han, hakan ve kütlelere yol açip öncülük ediyorlardi.
Böylece yeni devlet, tam bir ahenk ve üslup ile ise baslamis, müsterek bir tezgahin basinda, istikbalin dokusunu örmeye ve gelecek zamanlara miras birakmaya hazirlaniyordu.
Görüldügü gibi, devleti, bir yandan mantikî, bir yandan da manevî temellere oturtan Osmanlilar, merkezî ve idarî otoritenin, politika ahlâkini kontrol eden bir yardimci kuvvetler halkasi tesis etmekle de icra ve tesriî organlarini hak ve adalet unsurlarinin murakabesine vermis oldular.
Gerçekten, Avrupa'nin kuvvetten baska bir güç ve otorite tanimadigi bir dönemde, yeni yeni filizlenip gelisen Osmanli Devleti'nde adalet, hak ve hukuk prensiplerine göre davranip hareket etmek babadan ogula nesilden nesle (neslen ba'de neslin) vasiyet ediliyordu. Hoca Saadeddin Efendi (tarihçi, Seyhülislâm), Osman Gazi'nin, oglu Orhan'a olan vasiyetini su ifadelerle nakleder:
"Dilerim ey sahib-i ikbâl u câh
Etme sen cânib-i zulme nigâh
Adl ile bu âlemi âbad kil
Resm-i cihâd ile beni sâd kil
Râh-i cihâd içre edüp ictihâd
Memleket-i Rum'da kil adl u dâd..."
Görüldügü gibi Osman Gazi, devlet iç teskilâtinda sakat ve zayif bir taraf birakmamak, bir çatlak ve gedige meydan vermemek için basta devlet adamlari olmak üzere her ferdin kendi durumuna göre Islâm'in arzuladigi adalet anlayisi çerçevesinde hareket etmesini istemektedir. Osmanlilarda, nesilden nesile vasiyet edilerek devam eden bu anlayisin sonucu olarak ortaya çikan uygulamaya bakan Gibbons, Osmanlilari sevmemekle birlikte su sözleri söylemekten kendini alamaz:
"Yahudilerin toptan öldürüldügü ve engizisyon mahkemelerinin ölüm saçtigi bir devirde Osmanlilar, idaresi altinda bulunan çesitli dinlere bagli kimseleri baris ve ahenk içerisinde yasatiyorlardi. Onlarin müsamahakârligi, ister siyaset, ister halis insaniyet duygusu, isterse lakaydî neticesi meydana gelmis olsun, su vak'aya itiraz edilemez ki, Osmanlilar, yeni zaman tarihinde milliyetlerini tesis ederken dinî hürriyet umdesini (prensibini) temel tasi olmak üzere vaz' etmis ilk millettir. Ardi arkasi kesilmeyen Yahudi ta'zibati (iskence) ve engizisyona resmen yardim mesuliyeti lekesini tasiyan asirlar esnasinda, Hiristiyan ve Müslümanlar, Osmanlilarin idaresi altinda ahenk ve baris içinde yasiyorlardi."
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder